Americana: Bir eve dönüş hikayesi
İrem Uzunhasanoğlu
Chimamanda Ngozi Adichie, Amerikan ve Nijer edebiyatının değerli temsilcilerinden biri olmasının yanı sıra 2000’li yıllardan sonra başlayan dördüncü dalga feminizmin de destekçisidir. Afro-fütürizm ve postkolonyalizm gibi teorik teorilere katkıda bulunduğu için dünyaca ünlü bir kadın yazardır. Adichie, toplumsal cinsiyet eşitliği, kadınların güçlendirilmesi, eşit haklar ve ırkçılık konularına odaklanmaktadır. Afrika kültürü ve kimliği üzerine yazılarıyla tüm dünyada farkındalık yarattı. Amerika’da ırkçılık ve aidiyet konularını ele aldığı ödüllü romanı ‘Americana’, Zeynep Çiftçi Kanburoğlu’nun çevirisiyle Doğan Kitap’tan çıktı.
Americana romanı, saçlarını örmek için kuaföre giden Ifemelu’nun, yıllardır kavuşmayı beklediği aşkı Obinze’ye bir kuaför koltuğunda otururken kendisine dönmeye karar verdiğini haber vermesiyle başlar. ülkesi Nijerya ve ardından on beş yaşındaki Ifemelu, geçmişe dönüşlerle Nijerya’dan ABD’ye döner. Türkiye’ye gelişini ve orada geçirdiği süreci anlatıyor. Roman, Ifemelu’nun kişisel gelişimini anlatırken aynı zamanda siyasi, sosyal ve kültürel zorlukları da ele alır. New Jersey’de yaşayan Nijeryalı bir kadın olan Ifemelu, üniversite profesörü olan erkek arkadaşı Blaine’den ayrılıyor ve ırkçılıkla ilgili ünlü blogunu kapatıyor. İlk aşkı ve en derin yarası Obinze’ye memleketi Nijerya’ya dönme kararını anlatırken hikaye şimdi çifte bir bakış açısıyla devam ediyor. ABD’den ayrılmaya hazırlanan Ifemelu ve Nijerya’da evlenen Obinze. Ve burada romanın çatışması daha ilk sayfalarda kucağımıza bırakılıyor. Roman ilerledikçe başka bir soruyla karşı karşıya kalırız: Ben nereye aitim? Ifemelu bir Afrikalı-Amerikalı mı yoksa Afrikalı-Amerikalı mı? Siyahi olmak, ırk, cinsiyet, kibarlık, baskın kültüre asimilasyon, Amerikanlaşma gibi konular hermenötik bir bakış açısıyla sunulmaktadır.
Americana romanında birkaç ana temayla karşılaşırız. Bunlardan ilki ve muhtemelen en değerlisi kimlik arayışıdır. Ifemelu, Nijerya ve ABD’de farklı roller, kimlikler ve sosyal statüler arasında gidip geliyor. Bu durum ergenlik çağında Nijerya’nın ayrımcı toplumsal hiyerarşisinden kurtulma isteğiyle başlar ve ileri gençlik döneminde ABD’deki ırksal ve kültürel farklılıkları keşfetme ihtiyacıyla devam eder. Roman boyunca Ifemelu, kendini tanımak ve gerçek benliğine ulaşmak için bir dizi deneyimden geçer. Yeni bir kültür ve yaşam biçimini uyumlaştırmaya çalışırken bir yandan da kimliğini ve köklerini savunmaya çalışır. Adichie bu temayı pekiştirmek için bazı semboller ve metaforlar kullandı. Ifemelu’nun saçlarının “başına buyruk” doğasına olan saygısı, benim saçlarımı düzleştirme ya da örgü yaptırma isteğim bunlardan biri. Bir başka örnek de aksanının Amerikan aksanına dönüştüğünü hissetmesi ve bundan kurtulmak istemesidir. Ifemelu’nun kimlik arayışı, özgünlüğünü koruma çabasıyla sürekli çatışır diyebiliriz. Ifemelu’nun saçı, kişisel kimliğinin bir parçasıdır ve roman boyunca saçlarını denemesi, değiştirmesi ve yeniden şekillendirmesi, karakterin özgünlük arayışına katkıda bulunur. Aynı zamanda, karakterin kültürel mirasına olan bağlılığı ve korunmasıyla da ilgilidir. Roman boyunca Ifemelu’nun Nijerya kültürüne olan bağlılığı ve Amerikan kültürüne eleştirel yaklaşımı, özgünlük temasının bir yansıması olarak kendini hissettirir.
Romandaki ana temalardan ikincisi ırkçılıktır. Ifemelu, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki ırksal hiyerarşi hakkındaki niyetlerini dile getiriyor. Kendisi de siyahi bir kadın olarak Amerikan toplumunun ırksal yapısının neden olduğu sorunlarla yüzleşir ve bunları sorgular. Sadece Ifemelu değil, aynı zamanda büyük aşkı Obinze de İngiltere’deki ırk ayrımcılığına ilişkin bu temaya katkıda bulunuyor. Böylece roman, okuyucusuna bir değil üç kıtaya dair geniş bir bakış açısı sunar. Bir önceki paragrafta bahsettiğim saç metaforu da yazar tarafından ayrımcılık ve ırkçılığı ele almak için ustaca kullanılmış. Roman boyunca Ifemelu, saçlarının doğal haliyle kabul edilmediğini ve iş ya da sosyal dünyada çevresindekiler tarafından tepkiyle karşılandığını yaşar. Bu deneyimler sadece saçla ilgili değil, ırkla ilgili de ayrımcılığın ve önyargının yansımasıdır.
Romandaki üçüncü ana tema ‘Amerikan Rüyası’dır. Ifemelu, Nijerya’dan Amerika Birleşik Devletleri’ne göç eden genç bir kadın olarak, Amerikan Rüyası peşinde koşan diğer birçok göçmen gibi, kendine daha iyi bir yaşam ve daha büyük bir başarı hikayesi yazmayı arzu ediyor. Ayrıca Amerika, tanışmayı umduğu aşk Obinze için “gelecek”. Orada buluşacaklarını, evleneceklerini ve bir yuva kuracaklarını hayal ediyor. Ancak roman boyunca gerek Obinze’nin vize sorunu nedeniyle ABD’ye girememesi, gerekse Ifemelu’nun göçmen bir hanım olarak yaşadığı zorluklar ve ırk ayrımcılığına maruz kalması Amerikan Rüyası’nın gerçekliğine dair bir dizi soru işaretini de beraberinde getirir. Romanda Ifemelu’nun mali başarısı onu tatmin etmez ve hatta ırk ayrımcılığının yoğunluğu nedeniyle kendisini yalnız ve yabancılaşmış hissetmesine neden olur. Adichie’nin iddia ettiği gibi, Amerikan Rüyasının insanlar için gerçekten anlamlı olması için sosyal adalet, eşitlik ve insani maliyetlerin teşvik edilmesi gerektiğini vurguluyor. Adichie roman boyunca Amerikan Rüyası’nın idealleştirilmesine karşı çıkar, gerçekçi bir bakış açısı sunar ve karakterlerinin yaşadıkları üzerinden okuyucuyu Amerikan Rüyası’nın herkese göre olmayabileceği gerçeğiyle yüzleşmeye davet eder.
Sade ve akıcı anlatımıyla bir yuvaya dönüş öyküsü sunan Adichie, karakterlerin iç dünyalarını ve duygularını derinlemesine incelerken, okuyucularına toplumsal, kültürel ve siyasi pek çok sıkıntıyı sorgulama fırsatı veriyor. Toni Morrison ve Zora Neale Hurston gibi kendisinden önce “ırkçılık” sorununa değinen yazarlara selam vermeyi ihmal etmeyen Adichie, kökleri iki yüzyıl öncesine dayanan Afro-Amerikan yazarlardan postkolonyal duruşuyla ayrılıyor. Nobel Ödüllü Morrison’ın ‘Sevgili’, ‘En Mavi Göz’; Hurston’ın ‘Eyes Looking at God’ işleri de karakterlerinin iç dünyaları ve deneyimleri üzerinden kimlik arayışı, ırk ayrımcılığı ve cinsiyet eşitliği temalarına odaklansa da, Adichie bu temaları günümüze taşıyarak muhtemelen bize hiçbir şeyin değişmediğini anlatmaya çalışıyor. gün.
Kısacası ‘Americana’ kesinlikle okunması gereken dönemin en değerli romanlarından biridir.